8 Ağustos 2007 Çarşamba

düalite :0


"benden, benim cinim, diye söz etmenden mutluluk duydum; ama onun cini, bunun cini dediğinde ne demek istediğini pek anlamıyorum."
işte yaptığımız son konuşmada finale yaklaşırken cinimin kurduğu cümle.

cinler ve insanlar üzerine konuşuyorduk. bugüne kadar cini olduğunu söyleyen üç kişiyle tanıştığımı söyledim ona. boş boş baktı. ona doğal geliyordu cinlerle insanların tanışması. aslında onun için cinler ve insanlar diye net tanımlar olmadığı için; zaten çok doğaldı onun halkıyla benim halkımın iç içe yaşaması. sorun da buradan çıktı zaten. kendisini asla doğa üstü, mistik, uhrevi bir şey gibi görmüyor cinim. (çünkü: doğa ne ki üstü olsun, mistik dediğin şey gözümü kapatınca burada olduğundan emin olamamak gibi bir şey mi?, uhrevi dediğin şey birilerin evi mi?, gibi nezih soruları var.)

bugüne kadar cini olduğunu söyleyen üç kişiyle karşılaştım. bunlardan iki tanesi yaşam biçimi olarak son derece müslüman insanlardı. cinlerini hiç görmemişler, ama seslerini duymuşlar ya da bir biçimde cinleri varlıklarından onları haberdar etmişti. üçüncü kişinin bildiğimiz anlamda bir dinsel angajmanı yoktu. kısa bir zaman içinde patenti kendisinde olan bir dinsel anlayışın tüm dünyaya egemen olacağına inanıyor, hatta iman ediyordu. onun da cin(ler)ini görmesi için bazı ritülleri yerine getirmesi gerekiyordu. gece yarısından sonra, yarı karanlık, tütsüler yanan bir odada... filan. ilk ikisine cinlerinin adı olup olmadığını sordum, boş boş baktılar. cinlerin adı olabileceğini hiç düşünmemişler. diğeri içinse cinleri sürekli ad değiştiriyordu: kendisinin ruh haline göre...

işte bunları anlattığımda cinim yukarıdaki cümleyi sarf etti. ne yani, dedim şimdi sen beni bırakıp bir başkasının cini olabilir misin yani? yanıt basitti; ama yanıt değildi: "sen, ben, başkası, cin... sen saçlarına bir başkasının saçı olup olmayacağını soruyor musun?" işte şimdi abarttın, dedim. saçlarım benim bir parçam ama az önce sen de söyledin ki sen benim olan bir şey değilsin, ayrı bir varlığın var. "ikimizin birlikte yaşayıp gitmesi için birinin diğerine sahip olması gerektiğini mi söylüyorsun?" hayır, dedim elbette öyle bir şey söylemiyorum, ama... sözümü kesti. "sana kendini tarif eder misin diye sorsam bana boyunu, saç ve göz rengini, kilonu filan anlatırsın değil mi?" evet. "kendine ilişkin tanımladığın son şeyi de geride bıraktığında geride hala 'ben' diye bir şeyden söz ediyor olacaksın ama." nereye varmaya çalışıyorsun, diye sordum. "kendini tanımlarken kullandığın tüm özelliklerinden arındığını düşündüğünde geriye kalan 'ben' kim acaba?" o-hoo, dedim bunun bu kadar ağır sonuçlara varması beni yorar ama... çok basit şeylerden konuşuyorduk.
"bazen çok sıkıcı oluyorsun" dedi. neyin basit olduğunu, neyin karmaşık olduğunu hep ben belirliyormuşum filan. oysa çok basit bir şeyden söz ediyormuş.

konuyu çok uzatmak istemedim. ilk kez bu kadar kendimize ilişkin konuşuyorduk ve konunun geldiği yer ya beni şizofren olarak tescil edecekti ya da varoluşsal bir cinliminli'lik haline terfi ettirecekti. her iki durum da benim için kabul edilmesi zor olacaktı.

Hiç yorum yok: