31 Mart 2007 Cumartesi

Bazen Cumartesi Geceleri Uçuyor

19 Mart 2007 Pazartesi

Cinimin Elleri

cinim panayır yerleri gibi olabilir bazen. renkten renge dönüşebilir. rengarenk kurdelaların sarıldığı kocaman bir direk gibi gülümseyebilir bana. ama en çok elleriyle eğlendirir. elleriyle bana geçmişin güzel günlerinden bir albüm hazırlar ve tek kişilik bir oyun gibi sergiler. ama iki elin rol aldığı bir tek kişilik oyun...

geçen akşam yorgun, biraz üzgün, biraz da haksızlığa uğramışım gibi, kendisini zar zor merdivenlerde sürükleyen boş bir çuval gibi eve geldiğimde cinim beni kapıda karşılamadı.
hah işte dedim, zaten kimim var ki şu hayatta... doğruca banyoya gittim ellerime doldurduğum bir avuç suyu yüzüme çarpıp süzülen suları eviyeye akıtarak aynaya doğru kaldırdım gözlerimi... ki ne göreyim:
cinim aynaya gizlenmiş beni bekliyor. nedir dedim, gözleriyle otur dedi, aslında benim gözlerim onlar... kirli sepetini çekiverdim lavabonun önüne ...

ayna bir anda öyle parladı ki, banyoda ayna dışında hiçbir şey görünmez oldu. tam bir seyir odası gibiydi. 16:9 formatında bir sahneye bakıyordum artık. parlak sahneye sağdan bir el girdi. ama el dediysem öyle bildiğimiz ellerden değil, yani cininiz yoksa, el dediğimde ne anlatmak istediğimi anlamanız biraz zor. yani cinimin eli olan o şey girdi sahneye. avuç içi diyebileceğim bölgesini bana doğru kaldırdığında helezonlar içinde rengi mora çalan bir cenin çıktı ortaya. o cenin annemin karnındaki bendim. oradaki duruşuma bakılırsa doğum yakındı. annem bir eliyle karnını, karnının başıma denk gelen kısmını tutuyor, aslında tutmuyor okşuyordu. küçük küçük hareketlerle. etrafımdaki helezonik dalgalanmayı annemim bu şefkatli darbeleri yaratıyordu. annem benimle konuşuyordu. ya da ben öyle anlamak istiyordum. of şu babam ne umursamaz bir adamdı. bak yine almamıştı annemin istediği leğeni. iki üç güne kalmayacak doğacaktım. nasıl yıkanacaktım? anlamıyordu ki bu adam, ona kalsa her şey çok kolaydı. Olur, olur o da olur hanım, demekten başka bir şey bilmezdi. annem olmasaydı zor olurdu onca şey ya neyse…
annem mutlu görünüyordu. bir eli karnında diğer eli ocaktaki çorbadaki kepçede. böyle karıştırmak lazım bunu, kaynayana kadar karıştıracaksın yoksa süt kesilir. bir yandan konuşuyor, babama kızıyor, yemek tarifi veriyor, arada sırada da bir türküye ortasından başlayıp yarıda kesiveriyordu. hep aynı sıra ile: umursamaz adam, tuzunu az koy ki…, ♪ağzı fındık burnu kahve fincanı♪… sıra babama geldiğinde ses tonu azıcık sertleşiyor, tekrar etmekten bıkmadığı sözcükler daha bir bastıra bastıra dökülüyordu ağzından…

sonra sahneye diğer elin başparmağı girdi: o hoo, dedi babam, daha yemek pişecek de karnımızı doyuracağız. ay ödümü kopardın, dedi annem, e anca işte tüm gün üç çocuğu okula gönder, temizlik yap, şu halimle anca yetişiyorum… hizmetçi tutayım ben sultanıma, dedi babam. tek eliyle anneme sarılarak, daha doğrusu elini annemin karnındaki elinin üstüne koyarak. bir de kulağının altına bir öpücük kondurarak. annem biraz şaşırmış, biraz da utanmış gibiydi. bu beklenmedik manevradan memnun olmuştu. ama çabuk toparladı kendisini, aman in sırtımdan, canım çıktı zaten. bak hala almadın bir leğen. amaan dedi babam, leğen yoksa bulaşık kabında yıkarız biz de, bir de senin gibi kara olursa basarız çamaşır suyunu… aman git başımdan allah aşkına dedi annem, babamın diğer elindeki küçücük plastik küveti göremiyordu. babam mavi küveti annemin başına şapka yaptı. kafasındakinin ne olduğunu anlayamayan annem, dur dur, ne o, ne koydun kafama? diye babama doğru döndü ve iki eliyle leğenden şapkasını tutup gözlerinin hizasına getirdi. aaa diye bir çığlık attı. bir yandan çok mutlu olmuş diğer yandan da sabahtan beri babamı bana çekiştirdiği için belli belirsiz bir utanç içinde gibiydi. ama yine çabuk toparlandı, eh bu kadar kolay işte, niye kırk kere söylettin ki? bak ne güzel almışsın, delik olmasın bu iyice baktın mı sağına soluna… artık bundan sonrası annemin hem mutluluğunu hem de suçluluk duygusunu bastırmak için kurduğu uzun uzun cümlelerdi. babam sadece gülerek dinliyordu annemi…
sonra birlikte, biraz da birbirlerine fazlaca yaklaşarak, leğen sağlam mı diye bir kalite kontrolüne giriştiler. arada sırada annem kıkırdıyor, yapma ama aaa, diyordu. sonra annem ve ben olan cinimin elinden üç parmak daha girdi mutfağa gelecekteki kardeşlerimi gördüm. onların hiç görmediğim çocuk hallerine baktım, gözlerine, ellerine, ağızlarına… babam, abimi yakalayıp havaya atıp tutarken annem, ay düşüreceksin çocuğu diye çırpınıyordu. ablalarım, annemin eteğine yapışmış gülerek izliyorlardı bu lunaparkvari eğlenceyi. her şey bu kadar eğlence içinde sürecek sanırken cinim diğer elinin serçe parmağıyla ocakta kaynamaya yüz tutmuş çorbaya bir tutam pembe toz karıştırdığını gördüm, bunu yaparken bana da bir göz kırpmayı ihmal etmedi. tozu içine emen çorba tüm ailenin mutluluk resminde yer almak istercesine kabararak tencerenin iki katına ulaştı, tepe noktasına geldiğinde artık yer çekimine yenik düşerek tencereyi de içine alacak biçimde ocak sathına yığıldı. “cooofffff” diye bir ses çıktı, herkes yerinden sıçramıştı bu sesle, ama hepimizi asıl zıplatan annemin çığlığı ve arkasından gelen çorbamı taşırdınız, sabahtan beri karıştır karıştır canım çıktı, bak gördünüz mü şimdi, hadi bakalım ne yiyeceksiniz, çıkın dışarı, çıkııın diye devam eden dırdırları oldu. babam ve kardeşlerim kahkahalar atarak koşuşturarak mutfaktan kaçtılar. ben annemle kaldım…

cinim iki elini kavuşturdu, parlaklığı azalttı. göz göze geldik. cinimin gözlerinde annemin elini yine başımda hissettim. cinimin bana hazırladığı bu akşamı muhteşem bir finalle kapatacağından emindim. o akşam mavi leğende uyuyacağımı biliyordum.

15 Mart 2007 Perşembe

Biz Uyuruz Kent Düşünür

13 Mart 2007 Salı

Cinimin Cinsiyet Halleri



dün cinime ithaf ettiğim şiir, gece boyunca aramızda koyu bir sohbete neden oldu.
cinim bana, cin diye seslendiğim şeyin kendisi olup olmadığını sordu. evet, sensin tabi ki dedim. bana benim cin olup olmadığımı sordu. yıllardır birlikteyiz, ilk kez böyle bir soru sorduğunu duyuyorum. şaşırdığımı belli etmemeye çalıştım ama ne mümkün! bir şeyi belli etmeden durumu idare etmek sadece biz insanlar arasında olabilecek bir durum. bir cinden hiçbir halinizi gizleyemezsiniz.

benim cin olmadığımı, insan olduğumu anlatmaya çalıştım. saçma, dedi. aramızda ne fark vardı ki? ona uzun uzun benim şu dünyevi bedenimin, varlığını varsaydığımız ruhumla giriştiği mücadeleleri, bedenim yok olduğunda ruhumun başına neler gelebileceğini bilmediğimi anlatmaya çalıştım. öte yandan kendisinin nasıl farklı olduğunu, ruh-beden karmaşası yaşamadığını, yeteneklerinin onda birinin bile bende bulunmayışının nedenlerini anlatmaya çalıştım. çok zor oldu. ama anlamış gibi göründü. farklı olmamızın ona olan sevgimi etkileyip etkilemediğini sordu. yine beyhude bir çabayla şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak, hayır dedim. ben seni böyle ve hatta bunun için seviyorum dedim. kolay olmadı ama nihayet büyük oranda anlaştık.

işin en zor kısmını halletim sanıyordum ki, peri nedir diye sordu. haydaa diyecek oldum, diyecek olmamla birlikte demiş de oldum aslında. peri de bir cindir ama dişidir, deyiverdim. dişi de ne, diye sorduğunda artık kendimi okuma yazma bilmeyen bir insanın paris metrosundaki çaresizliğine kaptırdım. cinsiyet, dedim yeryüzündeki canlıların büyük bir bölümünde ayırt edici bir özelliktir. bazı canlılar cinsiyetsiz olabilir ya da çift cinsiyetli olabilir; ama canlıların büyük bir bölümü erkek ya da dişi olarak ikiye ayrılır. tabi sonra burada yazmaya gerek olmayacak biçimde erkek ve dişi canlıların fizyolojik, psikolojik (varsa böyle bir ayrım) söz ettim.

gelmesinden korktuğum soru gecikmedi, peki ben dişi miyim erkek miyim? duraksamış olmamdan ikimiz de anladık ki, bu soruyu daha önce kendime hiç sormamıştım. bilmiyorum, dedim. ama bunun yanıtını senin vermen gerekecek. erkek misin dişi misin? anlattıklarına bakılırsa ne oyum ne de bu, dedi. ama hem ondanım biraz hem de bundan. aslında, dedim pek çoğumuz öyleyiz. gülüştük bunun üzerine. bu konuyu tekir'le konuşmasını önerdim. öyle ya bir kedi benden daha yalın ve daha özde kavramış olabilirdi bu cinsiyet hallerini.

uykusuz bir gecenin ardından sabah oldu ve ben işe gitmek üzere hazırlanmaya başladım. ortalarda görünmüyordu. tam kapıdan çıkacakken masa örtüsünü kendisine etek yapmış çıktı karşıma, akşama geç kalma semizotu pişireceğim, dediğinde ikimiz de gülmekten yerlere yapıştık. karnıma kramplar girdi. tekir'le konuşmadan bu konuda bir seçim yapmamasını rica ettim kendisinden. sesini kalınlaştırarak beynimin içinde şöyle uğuldadı, erkek adamın erkek cini olur di mi?

kendimi kapıdan dışarı zor attım. böyle devam ederse ne işe gidebilecektim ne de karnıma giren krampları durdurabilecektim...

12 Mart 2007 Pazartesi

Deniz

bu şiire bir web sayfasında rastladım. çağdaş iran şiiri'nden bir örnek. asıl şiirin orijinal dilinde yayınlandığı web sitesi çekti dikkatimi: www.jenopari.com ; yani cin ve peri...

bu alıntı şiiri cinime ithaf etmek istiyorum.

Deniz

getirdi su
suretini senin
kendisiyle
buraya kadar,
döktü
denize.

ağ atıyorum
yakalamak için
seni
sudan
denizden.

çekiyorum
senden başka
ne varsa
suda,
denizde.

Pedram Rasekhi
çeviren: m. bülent kılıç

9 Mart 2007 Cuma

Monolog

8 Mart 2007 Perşembe

Çay Kaşıkları Şıngırdayacak Boş Bardaklarda

dün cinim okumuş yazdıklarımı. aynasını aradı tüm gece yüzümde... bende ayna yok dedim, ben senin aynanım, dedim. pek inanmadı sözüme. bir ara küstü. biraz uyudu, sonra alıp gölgesini çıkıp dolaştı biraz. evet cinlerin de gölgesi olur. cinlerin gölgesi duvara, tahtaya, gece lambasında yatağa düşmez. gölgeler havada asılı kalır cinlerde... belli bir açıyla, belli bir zamanda bakarsanız görebilirsiniz. pek çoğunuz bu gölgeleri bir yansıma sanabilirsiniz. ama değildir. cininiz oralarda bir yerlerde size bakıyordur, sizde kendisine bakıyordur...

ayna, dedim cinimle aram bozuldu. oysa zekidir, akıllıdır, her zaman birinci anlamıyla anlamaz söylenenleri. ardındaki anlamı arar, duruma denk düşen en uygun olanını seçer. ama bu sefer böyle olmadı. ayna aradı yüzümde. bulamayınca kırıldı biraz. sözcüklerim yetmedi ona: ayna bir cini yetinmesiz yapabiliyormuş demek.

sonra ben uyudum. sabaha karşı geldi. kokusuz ve ağırlıksız olduğu için gölgesinden anlıyorum neler yapmış olduğunu. parkın kedileriyle dolanmış belli. parkın kedilerine sarılmış. tekir'e senin aynan var mı, diye sormuş, bu da çok belli. tekirle anlaşamamışlar. daha çok üzülmüş.

geldi, gölgesini altına aldı, kendisini ters yüz ederek boş bir yastık kılıfı gibi gidip gardrop kapağına serildi. sabah uyandığımda yoktu. bir süre böyle olacak sanırım. zamanla o da sıkılacak bu ağır duygusallıktan. yine şımarmaya, konuklarım evdeyken ışıkları yakıp söndürmeye, çay kaşıklarını boş bardaklarda şıngırdatmaya başlayacak. eski günlere döneceğiz eminim.

bunu biraz da tekir'in bırakmış olduğu kokudan çıkarıyorum.

7 Mart 2007 Çarşamba

Cini Aynada Görmek

Cin size bakar. Siz cine bakarsınız... Aslında cin sizde kendisine bakar. Ona bir ayna tutarsanız, cin artık size bakıyordur. Böyledir bu... İnanın.

Bu blogda günlük hayattaki çağrışımlarımı yazmayı düşünüyorum. Cinim de okuyor beni...